
Toplum olarak dünden beri işittiğimiz olaylar, gördüğümüz fotoğraflar, okuduğumuz haberler dolayısıyla sonsuz bir buhranın içine düştük sanki… Vatanımda neler oluyor? Neden bunlar oluyor?…
‘Vatan yalnızca doğup büyüdüğümüz, üzerinde yaşadığımız toprak parçası değildir’ sözleri ve inancıyla büyüdük hepimiz. Vatan kutsaldır, vatan millettir, vatan yurttur. Vatan kısaca ‘ev’ken, en güvenli yer olmalıyken, evimde neden güvende değilim?… Neden evimin sokaklarında dolaşırken ölüm tehlikesiyle dolaşıyorum?
Neden ‘Bir sonraki öldürülen kadın ben olur muyum’ endişesiyle yaşıyorum?
Vatan Türkiye’dir ya milletimiz için. Kadınlarımıza soruyorum: Yaşamınızın tehlikede olmadığı bir ülkede yaşadığınızı düşünüyor musunuz? Elbette cevabını biliyorum. Kendimden, konu üzerine düşüncelerini dinlediğim annemden, kız kardeşlerimden, arkadaşlarımdan biliyorum.
Dahası; 3 Mart 2009’da Cem Garipoğlu tarafından öldürülen Münevver Karabulut’tan biliyorum. 18 Ağustos 2019’da Kırıkkale’de eski eşi Fedai Varan tarafından bıçaklanarak öldürülen Emine Bulut’tan biliyorum. 9 Kasım 2021’de İstanbul Ataşehir’de Can Göktuğ Boz tarafından samuray kılıcı ile öldürülen Başak Cengiz’den biliyorum. Onların vatanı, yani evleri bu ülke değil miydi? Ölümlerinden sadece katilleri mi sorumlu?
Ülkemin her köşesi cinayete kurban gitmiş kadınlarımızın mezarlarıyla dolu… Daha dün gencecik iki kızımız psikopat bir caninin ellerinde vahşice öldürülerek can verdiler. Katil Semih Çelik intihar edip ölmeseydi cezası ne kadar olurdu? Kaç ay sonra serbest kalırdı? Siz de bunun cevabını biliyorsunuz değil mi?… Demem o ki;
Bu ülke, kadınlarımıza korkusuzca yürüyebileceği sokaklar borçlu. Bu ülke, kadınlarımıza yaşam hakkı borçlu.
Bu ülke, kadınlarımıza ADALET borçlu!