
Hatırlıyorum, bir zamanlar TV’de bir yer görsek ulaşılmaz gelirdi. Aman İstanbul’da şöyle olmuş, Adana’da böyle olmuş, sel olmuş, kar doğuda yolları kapatmış, farklı gezegenlerden bahsediliyormuş gibi dinlerdik. Günümüz de ise bırakın ülke sınırlarımız içindeki olayları, dünyada olup bitenler dahi direkt olarak bizi etkiliyor.
Artık her şeyden haberdarız…
Filistin’de çocuklar öldürülünce, İran’da kadınlar falakaya yatırılınca, Miyammar’da Müslümanlar hunharca katledilince, Suriye’de bir anne sütten yeni kesilmiş yavrusunu bombaların yıktığı evinin molozları arasında ararken..
Aylan bebeklerin minicik mülteci bedenleri karaya vururken.
Uzayıp giden katliam listeleri.
Her biri yüreğe sancı, cana bıçak.
Tüm acılar bir tuş kadar yakınımızda.
Çin’de ortaya çıkan bir virüsle evinin önündeki bahçesinden başka yer bilmeyen nice büyüklerimizin bir bir ölüm haberlerini aldık.
Kapandık.
Kapatıldık.
Koca dünya bir mahalleye döndü.
Her şeyi duyuyor, görüyor hatta hissediyoruz.
Geothe’nin `Dünya, hassas kalpler için cehennem’ dediği zaman diliminin tam ortasından geçiyoruz.
Herkes eski günlerin daha güzel olduğundan dem vuruyor.
`Yokluk vardı belki bu kadar da lüks yaşamıyorduk ama milyonluk huzur içindeydik` deniyor…
Her şey ayrı bi keyifliydi deyip duruyoruz fakat günümüzün kötülüklerine kulak kapatıp bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılıktan da vazgeçmiyoruz.
İsraf dolu harcamalarımıza `ihtiyaç` etiketi yapıştırıp doyumsuzluğumuza hiç kabahat bulmuyoruz.
Ah o eski bayramlar…
`Ah nerde o eski bayramlar derken iç çeken insanlara gıpta ediyorum. Ne güzel yıllarda yaşamışlar` diyor gencin biri..
Peki neden mutluyduk?
Ülke yokluktan inim inim inlerken, memurlar maaşını alamazken, emekliler maaş kuyruğunda bekleye bekleye kalp krizinden can verirken nasıl oluyor da mutlu olabiliyorduk?
İşin sırrı neredeydi?
Hatırlayalım, bir çocuğun bayramdan bayrama aldığı güzel kıyafetler, yeni ayakkabılar bayram sevincini daha bir anlamlı kılıyordu.
50 TL’ye burun kıvıran çocuklarla, 1 kuruşa sekiz takla atan çocukların mutluluğuyla elbette rekabet edemezler…
Bir baba hangi çağda çocuğunu daha kolay mutlu edebilir bir düşünün!..
Elbette ki ‘ah o eski günler’ diyecek insanlar. Görüyoruz ki bunun düzenle, ekonomiyle veya yönetimle çok da ilgisi yokmuş.
Bunun tek müsebbibi terbiye edemediğimiz nefsimizle yetiştirdiğimiz doyumsuz çocuklar olabilir mi?
Geleceğimizi böyle mi inşa edeceğiz?
Daha anne karnındayken kutlamalar yaparak israfı öğrettiğimiz, doğumundan sonra ise her isteğini yerine getirme gayretiyle kendimizi paralayarak şımarttığımız çocuklarımız, her geçen gün çıtayı yükselterek bizleri adeta cezalandırıyor sanki ne dersiniz?
İyi bir şey yaptığımızı zannederek hata üzerine hata yaptığımız ebeveynlik sınavımız…
Üzgünüm sınıfta kaldık…
Ben yapamadım çocuğum yapsın. Ben giyemedim kızım giysin. Ben gezemedim oğlum gezsin diye diye memnuniyet çıtasını yükselttikçe yükselttik.
Geçmiş olsun.
Çıta boyumuzu aştı.
İsteklere ulaşmak için daha çok çalışmak zorunda kalan anne baba, yuvasına zaman ayıramaz oldu.
Hem kendi hayatımızın, hem de çocuğumuzun büyüme aşamalarını ıskaladığımızın farkına bile varamadan bir baktık ki yağsız tuzsuz bir yemek misali hayat.
Sonra yine o tanıdık serzeniş…
Ahh ah nerde o eski bayramlar, nerde o eski günler. Nerede o eski tat!..
Velhasıl demem o ki bugünlerde memnuniyetin çıtası her gün biraz daha yükseliyor.
Yakalamak zor.
Mutluluk kaçıyor insanlar kovalıyor…
Kimse kusuru kendinde aramıyor.
Herkes sahip olamayacağı hayalin peşinde biçare koşup dururken, onun hayatına gıpta ile bakanların farkına bile varamadan şükürsüzce ömrünü törpülüyor.
Kimse aşağı ya da ileri bakmıyor.
Yukarı bakmaktan boynu tutulan yeni dünya düzeninin çarkına takılan biz zavallı insanların, ıslahı da zor gibi görünüyor.
Nerde o eski günler yerine, nerde o eski kanaatkâr insanlar diye sızlanıp üzülmek, daha doğru olacak zannımca.
Türkiye’nin en fakir olduğu dönemleri günümüzün şaşalı hayat tarzıyla kıyasladığımızda hala geçmişe özlem varsa bu doyumsuzluk değil de nedir?
Doyumsuzluk, şükürsüzlük veba gibi yediden yetmişe herkesi sarmış durumda.
Moda diye bir şey çıkartıp eskimeden yenisini alıyoruz.
Dahası müthiş tüketiyoruz.
Dünyanın yaldızlı beşiğinde uyutuluyoruz.
Artık rüyalar bile toz pembe değil.
Geçmiş olsun.
Yine de her şey için bir ümit vardır diyerek bitiriyorum.
Kalın sağlıcakla.
Sevilay Koç Dursun
26.12.2022